Geleceğin Eğitimi, Eğitimin Geleceği
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yıllık olarak hazırlanan “Future of Jobs” çalışmasının 2020 yılı raporu 20 Ekim 2020 tarihinde yayınlandı. Yayınlanan raporda altı çizilen noktalardan birisi de, beklendiği üzere, iş dünyasında yapay zekâ, insansı olmayan robotlar ve şifreleme alanlarında artan işgücü ihtiyacıdır. Benzer şekilde, yapılan değerlendirmeler ve teknoloji dünyasında gerçekleşen gelişmeler doğrultusunda, 2025 yılında insanların ve makinelerin işyerlerinde mevcut görevler için harcadıkları sürelerin eşitlenmesi; genel olarak işgücü ihtiyacı %15,4’ten %6,4 oranında düşerek %9’a, yeni meslek alanlarında istihdamın %7,8’den %5,7 oranında artarak %13,5 çıkması beklenmektedir.
Geleceğe yönelik yapılan söz konusu değerlendirmeler neticesinde, gelecekte bireylerde olması beklenen becerilerin de altının çizildiği görülmektedir. Yaratıcılık, özgünlük, girişimcilik, aktif öğrenme, teknoloji tasarımı ve programlama, eleştirel düşünme ve analiz, analitik düşünme ve yenilik, akıl yürütme, problem çözme ve girişimcilik, hizmet yönelimi, stres toleransı ve esneklik, liderlik ve sosyal etki, sistem analizi ve değerlendirmesi, ikna ve müzakere, öğretim ve rehberlik becerileri ise bu noktada öncelik kazanan beceriler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dördüncü Sanayi devrimi ile birlikte değer kazanan ikiz güçler (hibrid ve uzaktan çalışma), günlük dijitalleşme, uzaktan çalışma ve e-ticarete yönelik büyük ölçekli sıçrama ve özellikle COVID-19 salgınının etkisiyle iş paketlerinin dijitalleşmesi de bu becerilerin kazanımını gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda, “Future of Jobs” tarafından gerçekleştirilen çalışmanın sonuçları da göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu beceri alanlarının kazanımı ve gelişimi üzerine okul kültürü ve okul karakteristiğini inşa edemeyen eğitim sistemlerinde yer alan çocukların, 2025 sonrasında dünyada kendilerine bir yer edinebilmelerinin pek muhtemel görünmediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Şirketlerin çalışanlarına yönelik taleplerinin ele alındığı 2018 ve 2020 tarihli çalışma sonuçlarının da bu görüşü destekler nitelikte olduğu görülmektedir. 2018 yılında yapılan çalışmada şirketlerin çalışanlardan yeni beceriler öğrenmelerini talep etme oranı %64 olarak belirlenirken, 2020 yılında yapılan çalışmada bu oranın %94’e çıkmış olduğu gözlenmektedir. Bu noktada, hem fütürist anlayış bağlamında olması gerektiği düşünülen beceri alanları hem de iki farklı tarihte gerçekleştirilen çalışmadan elde edilen talep oranları arasındaki keskin artışın gelecekte çalışanların yeni öğrenmelere açık olmalarının bir zorunluluk olduğunun bir kez daha altını çizmektedir. Bireysel dönüşüme yönelik olan bu beklenti, eğitim sistemlerindeki değişimin de gerekliliğini bize göstermektedir.
Covid 19 önlemleri doğrultusunda eğitim alanında da önemli bir ihtiyaç haline gelen uzaktan eğitim ve dijital eğitim ortamlarının kullanımı uzaktan eğitim ve çevrimiçi öğrenme sürecinin sınanması bakımından etkili olmuştur. Bu süreçte eğitimsel ve mesleki gelişimini devam ettirmek amacıyla çalışmalarına dijital platformda devam etmek durumunda kalan eğitim sektörü, belirtilen beceri alanları çerçevesinde dönüşüme ihtiyaç duyduğu gerçekliğiyle yeniden yüzleşmiştir. Bu bağlamda beklentilere cevap verecek bir işgücüne olan ihtiyacın gelecek yıllarda daha da artacağının sinyalleri yeniden verilmiştir.
Yükselen meslekler olarak baktığımızda veri analistleri ve bilim insanları, makine öğrenim uzmanı, büyük veri uzmanı, dijital pazarlama ve strateji uzmanı, süreç otomasyon uzmanı, iş geliştirme uzmanı, dijital dönüşüm uzmanı, bilgi güvenliği analisti, yazılım ve uygulama geliştiricisi, nesnelerin interneti uzmanı, proje yöneticisi, veri tabanı ve ağ uzmanları, robotik mühendislik, sosyal mühendislik gibi alanların olduğunu görmekteyiz. Bu durum da bize mevcut işgücünün yakın gelecekte gerekli becerilere sahip olabilmeleri için güncel kriterli değerlendirmelerden geçeceğini ve eğitim desteği alması gerektiğini; mevcut çalışanların en az yarısının gelecek yıllarda “yeniden vasıflandırılması” gerekliliğini ve gerekli olan becerilerle donatılamayan bireylerin yerlerini ise bu becerilere sahip yeni işgücüne bırakacağını göstermektedir.
Dünyada son yıllarda yaşanmakta olan ve yaşanmaya devam eden yüksek ivmeli değişim dalgasının yavaşlamasının artık mümkün olmadığı da bir gerçektir. Önümüzdeki yıllarda bu ivmenin daha da artarak devam edeceği öngörülmektedir. Bu nedenle, “Okullarımız bu ortamda ne yapmaktadır?”, “Ne yapmalıdır?” ve “Öğretim sistemleri bu bilgi, beceri, tutum ve değerleri etkili bir şekilde nasıl geliştirebilir?” sorularının derin bir öz eleştiriyle sorulması ve bu sorulara cevap aranması gerekmektedir. Buna karşılık, tarihsel olarak baktığımızda eğitim sistemlerinin toplumdaki değişikliklere genellikle yavaş tepki verdiği dikkat çekmektedir. 19. ve 20. Yüzyıllarında yaşanan toplumsal değişimler karşısında eğitim sistemlerinin bazen hızlı genişleme ve yeniden yapılanma patlamaları ile değiştiği gözlense de müfredat yapılarının ve sunumların genellikle sabit, doğrusal ve katı kaldığı bilinmektedir. Fabrika modeli eğitim yönteminin temel alındığı bu dönemlerde öğrencilerin genellikle sınıflarda pasif katılımcılar olmasının beklendiği eğitim uzmanları tarafından da belirtilmektedir. Şimdi, dünyamızı dönüştüren ve birçok sektörde kurumsal statükoyu bozan derin ve yaygın değişiklikler karşısında, eğitimin hedeflerini ve öğrencilerin gelişmek için ihtiyaç duydukları yeterlilikleri yeniden düşünme ihtiyacının giderek arttığı görülmektedir. Dijitalleşme, iklim değişikliği ve yapay zekadaki gelişmeler gibi küresel eğilimler, eğitimin hem hedefleri hem de yöntemleri için temel zorlukları oluşturmaktadır.
Mevcut çalışanların en az yarısının yeniden eğitime alınmasının gereklilik olarak görüldüğü bir çağda okullarımızın çocuklarımıza yeni beceri setlerini kazandırmak için değişime ve dönüşüme gitmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Okullarımızın mevcut yapılarının dünyanın değişim hızına ayak uydurabilmeleri ancak okul kültürü ve karakteristiğinin yeniden tasarlanması ile mümkün olacaktır. Aksi taktirde, mevcut eğitim sistemini yürütmeyi direten okullarımızdan yetişen öğrencilerin G20 ülkelerindeki yaşıtları ile rekabet edebilmeleri, dünya işgücü piyasasında yer edinebilmeleri mümkün olmayacaktır. Geleceğin dünyasında ülkemizin ekonomik ve kültürel varlığının da rekabetten elde edilecek bu başarıya bağlı olduğu unutulmamalıdır.
Çocuklarımızın milli ve manevi değerlerine bağlı, dünyayı bilen ve dünyayla sağlıklı iletişim kurabilen bireyler olarak yetişmesi de önemlidir. Milli kimlik bilinci ve manevi değerlerin de belirtilen beceri setlerinin yanında iyi insan olma yolunda önemli birer destekleyici olduğu da unutulmamalıdır. Yunus Emre’nin “kendini bilmek” dediği de budur aslında. Kimliğinin ve değerlerinin bilincinde, eksik yönlerini fark ederek bu eksikleri gidermeye çalışan ve gönüllere giren kimsedir yetiştirmek istediğimiz insan. O yüzdendir ki okullarımızın bir görevi de çocuklarımıza bu “temel değerleri” kazandırmak olmalıdır.
Eğitimde ihtiyaç duyulan dönüşüm için atılacak ilk adımlardan birinin okullarımızın esnek müfredat ve program anlayışına geçmeleri olduğunu düşünüyorum. Bugün hazırladığınız bir müfredatın 3 yıl sonra o günün ihtiyaçlarına karşılık veremediğini görüyoruz. Sabit bir müfredatın ve programın süreklilik göstermesi ancak sürekli bir yenilenme ve gelişme ile mümkün olabilir. Bugün ülkemizde “tasarım-beceri atölyeleri” veya “dene-yap atölyeleri” gibi çalışmalar devam etmektedir. Ancak bunlar henüz okullarımızın ana omurgasına oturmuş değişimler değildir. Dene-yap atölyeleri sadece zeki(!) etiketi verilen öğrencilere hizmet ederken, tasarım-beceri atölyeleri henüz içerik olarak ve uygulama olarak yaygınlaşmış değildir. Esasen tüm okullarımızın beceri temelli etkinliklerin gerçekleştirilebileceği bir öğretim stratejisine ve politikasına sahip olmaları gerektiği artık tartışılmaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle bu bağlamdaki anlayışın değiştirilmesi önemli görülmektedir. Öğretmenlerin kitaplarda yazılı bilgileri aktarmakla mükellef olduğu, öğrencilerin de öğretmenin ağzından çıkanları kulakları ve gözleri ile yakalamaya çalıştıkları bir okul anlayışını terk etmek zorunda olduğumuzun farkına varmak ve bu durumu kabul ederek değişime gitmek önem arz etmektedir. Öğretmenin ve öğrencinin; öğrenme sürecinin merkezinde birlikte yer aldıkları ve birlikte öğrenme yolculuğuna çıktıkları bir okulu kurmak mümkün. Yeter ki bu anlayışa inanalım.
Alışkın olduğumuz okul modeli fabrikaların modellenmesi ve ihtiyacına göre kurgulanmış görevini de çok iyi yapan bir okul modelidir. Kuruluş amaçlarını fazlasıyla yerine getirmektedirler. Ancak bu okullardan analitik düşünen, problem çözme becerisine sahip, stres toleransı ve direnç becerisi gösteren çocuk yetiştirmelerini beklemek de büyük haksızlık olur. Bu noktada, eğitim anlayışını dönüştürmenin ve değiştirmenin yöntemlerine bakmak gerekir. Öncelikle okulu; çocuklar başta olmak üzere tüm paydaşların becerilerini geliştirecek ve onlara temel değerleri kazandıracak sosyal öğrenme ortamları olarak tanımlamalıyız. Sonrasında buradan hareketle esnek müfredat ve esnek program uygulamaları ile deneyim geliştirecek bir öğrenme ortamı kurgulamak üzerine hareket etmeliyiz. 12 yıl boyunca pazartesi günü saat 11:00’da hangi derse gireceğini seçemeyen bir çocuktan 17. yılın sonunda karşılaştığı problemleri özgün bir biçimde çözmesinin beklendiği bir dünyaya ayak bastırmanın gerçekçi bir yaklaşım olmadığını ve 21. yüzyıl pedagojisinden uzak bir anlayışa sahip olduğunu kabul etmeliyiz. Öğrenme sürecinde hiçbir şekilde sorumluluk vermediğimiz zil ile derse alıp, zil ile dersten çıkardığımız, oyunun tüm kurallarının başkaları tarafından yazıldığı bir ortamda başarı beklediğimiz çocuklarımızın eleştirel düşünme ve analiz becerilerini geliştirmesinin mümkün olmayacağını kabullenerek dönüşüm adına ilk adımları atmaya başlamalıyız. O zaman geliştirmek istediğimiz bütün beceriler ve değerler için okulun tüm normlarını yeniden belirlemek ve bütün dersleri etkinlik bazlı olarak tasarlayıp öğretmenlerimizi buna göre yeniden yetiştirmek zorundayız.
Okullarda öğrenmenin kalitesine odaklanmak da önemli noktalardan bir diğeridir. Artan erişimin yanında eğitim ve öğrenmenin kalitesini ve uygunluğunu iyileştirecek önlemler de alınmalıdır. Eğitim kurumları ve programları, güvenli, çevre dostu ve kolay erişilebilir tesislerle yeterli ve eşit kaynaklara sahip olmalıdır. Öğrenci merkezli, aktif ve iş birliğine dayalı pedagojik yaklaşımları kullanan öğretmen ve eğitimcilere ihtiyaç duyulmaktadır. Kitaplar ve diğer öğrenme materyalleri, açık eğitim kaynakları ve ayrımcı olmayan, öğrenmeye yardımcı, öğrenen dostu, bağlama özgü, uygun maliyetli ve tüm öğrenciler için (çocuklar, gençler ve yetişkinler) erişilebilir teknolojik materyallerin olması bu bağlamda ayrıca önem kazanmaktadır. Girdilerin, ortamların, süreçlerin ve sonuçların değerlendirilmesini içeren kaliteli öğrenmenin değerlendirilmesine yönelik sistemler ve uygulamalar kurulması veya geliştirilmesi için projelendirmelerin yapılması, eyleme geçilmesi gerekmektedir. Yetişkinler dahil tüm yaş gruplarının öğrenme ve öğrenmeye devam etme fırsatları olmalıdır. Doğumdan başlayarak, tüm ortamlarda ve tüm eğitim seviyelerinde herkes için yaşam boyu öğrenme, kurumsal stratejiler ve politikalar, yeterli kaynaklara sahip programlar ve yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeylerde güçlü ortaklıklar yoluyla eğitim sistemlerine yerleştirilmelidir. Her yaşta ve tüm eğitim düzeylerinde çoklu ve esnek öğrenme yollarının sağlanması, resmi ve resmi olmayan yapılar arasında güçlendirilmiş bağların ve edinilen bilgi, beceri ve yetkinliklerin tanınması, onaylanması ve akreditasyonunun sağlanması planlamalar dahilinde yer bulmalıdır. Yaşam boyu öğrenme aynı zamanda, ilgili kalite güvencesinin sağlandığı, kaliteli teknik ve mesleki eğitim, yüksek öğrenim ve araştırmaya yönelik eşit ve artırılmış erişimi kapsayacak şekilde düzenlenmelidir. Nihai olarak gerçekleştirilecek reformlar sonucunda varılacak kaliteli eğitim anlayışı ile bireylerin sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürmesini, bilinçli kararlar almasını, yerel ve küresel zorluklara yanıt vermesini sağlayan becerilerin, değerlerin, tutumların ve bilgilerin geliştirilmesi hedeflenmelidir. Ancak, bu anlayış çerçevesinde kurgulanacak yeni bir eğitim anlayışı ile geleceğin eğitimini sağlamak ve eğitimin geleceğine yön vermek mümkün olacaktır.
AHMET AKÇA
ÖZEL ÖĞRETİM DERNEĞİ(ÖZDER) GENEL BAŞKANI